Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt.25, sa.3, ss.761-774, 2024 (Hakemli Dergi)
Bu makale, “gıdayı engelleyen” (Tornaghi, 2017) bir
megakent olan İstanbul’daki kent tarımı
uygulamalarının dönüştürücü ve güçlendirici
boyutlarını eleştirel bir perspektifle tartışıyor.
Çalışma, kent tarımının içsel çelişkilerini ve
çatışmalarını (McClintock, 2014) neoliberal kentsel
bağlamda yerlerinden edilen geleneksel tarım
aktörleri ve ilişkileri üzerindeki etkileri bağlamında
tartışıyor. Ayrıca, giderek daha fazla kamusal ve özel
teşviklerden yararlanan topraksız ve dikey tarım
uygulamalarının, toplumsal olarak gömülü
geleneksel tarım uygulamalarını ve gıdayı
müşterekleştirme imkanlarını yerinden edip
etmediğini sorguluyor. Bu bağlamda, sermaye yoğun
yeni kent tarımı uygulamalarının, neoliberal
bireyselleşme ve piyasalaştırmaya meydan okuma
potansiyelinin kısıtlı olduğunu iddia ederken, kentsel
gıda müşterekleri söylemi içinde yeniden
konumlandırılabilecek, kolektif kaynaklar ve topluluk
temelli sorumluluk aracılığıyla neoliberal ilişkilerin
sömürgeleştirdiği alanlarda toplulukları özgürleştirici
ve güçlendirici bazı yanlar barındırdığının da altı
çiziliyor.
This article critically discusses the transformative and empowering aspects of urban agriculture (UA) practices in Istanbul, a “food-disabling” (Tornaghi, 2017) megacity. The study examines the internal contradictions and conflicts of UA (McClintock, 2014), focusing on its impacts on traditional agricultural actors and relationships displaced within the neoliberal urban context. It also questions whether soilless and vertical farming practices, which increasingly benefit from public and private incentives, displace socially embedded traditional agricultural practices and the possibilities of food communing. In this context, while capital-intensive new UA practices are argued to have limited potential to challenge neoliberal individualisation and marketisation, it is also emphasised that urban agriculture, which can be repositioned within the discourse of urban food commons, carries some emancipatory and empowering aspects through collective resources and community-based responsibility in areas colonised by neoliberal relations.