Praksis, sa.63, ss.11-29, 2023 (Hakemli Dergi)
Bu makale Türkiye ve Suriye’de çok geniş bir bölgede yıkıcı etkiler yaratmış 6 Şubat 2023 depremlerinin ardından, depremden etkilenen bölgenin en önemli yerleşim merkezlerinden biri ve iki ülkenin sınır illerinden olan Hatay’da bir nitel saha araştırmasının ön bulgularına dayalı olarak tarım ve kırsaldaki dönüşüm üzerine yeniden düşünmeyi amaçlamaktadır. Makale, afet risklerini ve kırılganlıkları toplumsal olarak (yeniden) üreten yapı ve süreçlere odaklanarak bunların arkasındaki biyofiziksel faktörlere karşın doğal afetlerin yıkıcı etkilerinin doğallığına itiraz eden politik ekolojinin eleştirel analitik merceğinden yararlanmıştır. Kırsal topluluklar için olduğu kadar kentsel nüfus için de gıda güvencesi bağlamında çok önemli olan tarım ve tarımsal emeğin durumu tartışmanın odağında durmaktadır. Tarım ve gıda alanında süregelen dönüşüme bakıldığında, tarımsızlaşma ve giderek bu sorunun önemli bir boyutu haline gelen ve zaman zaman onun yerine geçen kırsalsızlaşma eğilimlerinin toplumsal kırılganlıkların derinleşmesine ve eşitsiz bir şekilde dağılmasına nasıl etki ettiğinin anlaşılması gerekmektedir. Makale, çevresel tehlikeler karşısında kırılganlıkları toplumsal olarak derinleştiren bu sürece paralel olarak, afetlerin toplumsal yıkımın yanı sıra dayanışma pratiklerinin filizlenmesine de kaynaklık ettiğinden hareketle toplumun içinden üretilen cevapların dayanıklı ve daha adil topluluklar oluşturmak için anlaşılmasının öneminin altını çizer.
In the aftermath of the 6 February 2023 earthquakes, which had devastating effects on a large area accros Turkey and Syria, this article aims to reconsider agricultural and rural transformations based on preliminary findings of a qualitative field research conducted in Hatay, one of the most important settlements in the earthquake-affected region and a border province of the two countries. The article draws on the critical analytical lens of political ecology, which challenges the naturalness of natural disasters, despite the underlying biophysical factors, by focusing on the structures and processes that socially (re)produce disaster risks and vulnerabilities. At the heart of the discussion lies the situation of agriculture and agricultural labour, which is crucial not only for rural communities but also for urban populations in the context of food security. Considering the ongoing transformation in the field of agriculture and food, it is necessary to understand how trends of de-agriculturalisation and de-ruralisation, which are increasingly becoming an important dimension of this problem and even superseding it in some cases, allow for the deepening and unequal distribution of social vulnerabilities. Alongside this process of socially exacerbating vulnerabilities in the face of environmental hazards, the article underlines the importance of understanding the responses generated from within the community in order to build resilient and more just communities, recognising that disasters are not only a source of social destruction but also a source of the emergence of solidarity practices.